Biz insanlar gözümüzün önündeki şeyleri görmediğimiz zamanlarda da kör sayılmaz mıyız? Size az sonra bahsedeceğim kitapta bu soruya değiniliyor. Kitaptaki kör karakterler kendilerini “Gördüğü halde görmeyen körler.” şeklinde tanıtıyor. Peki ya biz yaptıklarımızı göz önünde olsak bile etrafındakilerin göremeyeceğini bilseydik o zamanda da şu ankiyle aynı mı davranırdık? Şimdi size okudukça toplumdaki insanların nasıl çirkinleşebileceğini saf gerçeklikle yüzünüze vuran bir kitaptan bahsedeceğim: Körlük.
Bir salgın hastalık olarak yayılan körlüğün toplumu nasıl etkilediğini, devletin bu krizi nasıl yönettiğini veya yönetemediğini ve toplumun aslında ne derece bozulabileceğini tüm şeffaflığıyla yazar bize sunuyor. Kitabı elinize aldığınız ilk andan itibaren bu eserin toplumu, insanlığı, şu anki yaşam düzenini sorgulatacağından şüphem yok.
Beklenmedik bir anda salgın bir hastalık olarak hızla yayılmaya başlayan körlük tüm halkı endişeye sürüklerken devletin bu krize müdahalesi hastalığa tedavi bulunana kadar yayılmasını önlemek amacıyla hastalığa yakalanan insanları bir yerde karantina altına almak oluyor. Fikir olarak ne kadar kısa vadede çözüm odaklı ve masum gözükse de uygulamadaki yanlışlıklar aslında biz insanların durum ve koşullar farklılığında akıl almaz derecede değişmesine yol açıyor. Devlet, hastalığın önüne geçebilmek için insanları bir hapishanede toplayıp düzgün bir şekilde yaşamlarını sürdürmelerini bekliyor. Peki sizce hapishane gibi bir yerde olumsuz şartlar altında insanların yaşamlarını sürdürmeleri bile zorken bir de görme yetilerinden yoksun olurlarsa ne olur?
Romanı okurken tam da bu sorunun cevabını, aslında tek gören kişi olduğu halde eşini yalnız bırakmamak için körmüş gibi yaşayan bir karakterden alıyoruz. Kadın, içinde yaşadığı toplumun ne derecede değiştiğine her geçen gün şahit oluyor. Yöneticilerin bu durumu yönetemediğine somut örneklerle ikna oluyoruz. Bu süreç bir karaktere, bahsettiğimiz kadına “insan gibi yaşayamıyorsak en azından hayvan gibi yaşamamaya çalışalım.“ dedirten bir seviyeye geliyor.Nobel Ödülü’ne Körlük adlı kitabıyla layık görülen Saramago, bu eserinde aynı yerde yaşamını sürdürmeye çalışan ve hepsinde göz kusuru olan insan topluluğunda isimlerin bile artık önemi kalmadığını bize hiçbir karaktere isim vermeyerek anlatıyor. Saramago’a göre körlüğün üç sebebi: din, birey ve devlettir. Kitabında da bu üç konu başlığını ele alıp bize körlüğü bir metafor olarak kullanıyor. Ütopyasında hastalığa yakalanan kişilerin siyah değil beyaz görmesi de alışılmışın dışına çıkarak vermek istenen birçok mesajı veriyor. Aynı zamanda Saramago’un kullandığı noktalama işaretlerinin sadece nokta ve virgülden oluşması romanın okunmasını güçleştirirken bir yandan da Saramago’nun yazar kişiliğine ilgi çekici bir hale getiriyor.
Kurgusuyla, diliyle, konusunun işlenme şekliyle tamamen Nobel Ödülü’nü hak eden bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Eğer siz de ufkunuzu genişletecek, bazı durumlara farklı açıdan bakmanıza yol açacak, bir kitap arıyorsanız Körlük’ten daha iyi bir seçenek olduğunu sanmıyorum.
İlginizi çekebilir: Ağırsağlam Kurucusu Furkan Kaya Röportajı
Merhaba sevgili KalemlİK okurları! 2024’ün son ayına geldik; kimileri için mutluluklarla dolu, kimileri içinse zorluklarla…
Her yılın sonunda bir gelenek haline gelen ve dinleyicilere o yılki dinleme yolculuğunu bir özet…
Günlük hayatın stresinden ve şehrin gürültüsünden uzaklaşmak istediğiniz zaman tercih edebileceğiniz, doğa harikası olan Kelebekler…
Tarih boyunca Eski Mısır, Hindistan, Çin ve Yunan gibi birçok kültürde varlığını sürdüren astral seyahat;…
Bazen çok sevmemize ve değer vermemize rağmen bizim için anlamı ve kıymeti çok büyük olan…
Elbet bu zamana kadarki hayatımızda yolunda giden gitmeyen birçok olay yaşamışızdır. Bu olaylardan bazısının olumlu…