Sevilen Oyuncu Selen Seyven ile üniversite yılları, oyunculuk sektörü, gelecek planları gibi konular hakkında keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Herkese keyifli okumalar dileriz.
Aralarında ciddi farklar var. Bir tanesi kanlı canlı, direkt seyirci karşısında oynuyorsun, tepkiyi o an alıyorsun ve hata yapmamayı gerektiriyor. Diğerinde ise hata yapma lüksün oluyor, olmazsa tekrar çekeriz rahatlığı var. O nedenle tiyatro bambaşka bir dünya çok seviyorum ama hata yapabilme, tekrar çekebilme lüksü olduğu için televizyon veya sinema daha rahat oluyor diyebilirim çünkü oynarken zihinsel olarak da daha rahat oluyorsun.
Motivasyonum dönem dönem değişiyor. Oyunculuk kariyerime çok gençken başladım. O zaman başarılı olmak, tanınır olmak çok istiyordum bu benim motivasyonumdu. Zamanla bu değişti, oyunculuğa bakış açım da değişti çünkü. Son dönemlerde beni motive eden şey ise insanların var olan algılarını kırabilecek işlerde yer almak oldu. O nedenle son projelerimi seçerken de buna dikkat etmeye, o tarz projelerde var olmaya ve fark yaratmaya çalıştım.
Dayım da oyuncuydu ve 9 yaşımdayken onu tiyatroda Kral Lear’ın soytarısı rolünde izlerken oyuncu olmaya karar verdim. Büyüdüm ve konservatuara girmeden önce dayımın kapısını çaldım. Dayım beni önce çalıştırdı sonra dedi ki “Senden oyuncu olmaz!”. Koç burcuyum çok inatçıyımdır. Yapamazsın denince kesin yaparım. İşte bu sözden sonra başaracağıma inandım ve devam ettim.
Önceden çok fazla gelecek planı yapardım. Ama planlar her zaman istediğiniz gibi sonuçlanmıyor, her şeyi planlayamıyorsun. Her şey senin dışında gerçekleşiyor. Evliliğim de plansız oldu mesela. Biri çıkıyor karşına ve hiç planlamadığı bir anda evlenebiliyor insan yani. Pandemi sayesinde de iyice anı yaşamanın önemini anladım. Tabii ki plan yapmak da lazım ama gelecek için de çok meraklanmayın. Her şey olacağı yere varıyor. O yüzden anı yaşamaya çalışın.
Böyle durumlar genelde kendimi sinirli hissettiğim zamanlarda oluyor ve kendimi durduruyorum. Derin derin nefes alıyorum. Kendi kendimi sakinleştirirken buluyorum.
Günde çok fazla çalıştığımız oluyor ve özel hayatımız etkileniyor değil, neredeyse direkt özel hayat olmuyor diyebilirim. Özellikle duygusu yoğun bir rolü oynarken boş zamanlarında bile onu düşünüyorsun ve kafan tamamen onda kalabiliyor. Ama sonuçta profesyonel oyuncularız o nedenle rolden çıkamıyorum, karakteri hep yaşıyorum gibi şeyler olmuyor. O dengeyi kurabiliyorum.
“Sakin ol!” derdim. Hiçbir şeyde acele etme. Sindire sindire oyna, sindire sindire yaşa. Her şeyi güzelce yaşa. Anın keyfini çıkar.
Set varken rutinin pek olamıyor, erkenden kalkıp sete gitmek durumunda oluyorsun çünkü. Setimin olmadığı zamanlarda ise normal rutinim; kahve ve müziktir. Kendime getiren ve beni motive eden şeyler bunlar.
Konservatuvar yıllarım çok kıymetliydi. Çalıştıkça da deneyim kazandım ama o yıllar çok ayrıydı. Ne kadar büyürsem büyüyeyim o anlar bende çok ayrıdır. Unutamadığım bir anım olarak ise şunu anlatabilirim; kariyerimin başlarında komedi oynamaktan çok korkuyordum niyeyse. 2009 yılıydı “Avrupa Avrupa” adlı sitcom’dan rol teklifi geldi. Korkuyordum ama yapımcım ve yönetmenim bana çok destek oldular, dizi 4 sezon devam etti ve o 4 yıl boyunca zaman müthiş eğlenceli geçti. İyi ki de yapmışım diyorum. Çok güzel zamanlardı.
Bunu 18 yaşımdayken sorsanız kariyerim derdim. Kariyerim ne kadar yükselirse o kadar başarılı olacağımı düşünüyordum. Şimdilerde dünya iyice değişiyor ve benim düşüncelerim de bu doğrultuda değişti. Şu anda iyi insan olmak ve iyi insan kalabilmek benim için başarının tanımı oldu.
Kesinlikle konservatuar okusunlar. Çünkü artık sadece güzellikle veya yakışıklılıkla bir yerlere gelmek imkânsıza yakın hale geldi. Şanslıysanız belki bir proje olur ama kendinizi geliştirmezseniz ondan sonrası gelmez. Konservatuar çok fazla şey katıyor insana az buz değil yani. Duygularını kontrol etmeyi, topluluk karşısında nasıl duracağını, enerjini nasıl depolaman gerektiğini ve daha birçok şeyi öğretiyorlar. Çok fazla ders var ve dolu dolu bir eğitim geçiriyorsunuz.
Sarılmayı çok özledim. Anneme, kardeşlerime, anneanneme sarılmayı çok isterim. Pandemi ile iyice yalnızlaştık. Ekranları öpesim geliyor, dayanamıyorum. Arkadaşlarımı da çok özledim. Onlarla sarılmak istiyorum. Şu an pandemi bitse koşa koşa herkese sarılırım. Toplum olarak da temas etmeyi çok seven bir toplumuz bu yüzden daha da zorlanıyoruz bu konuda sanırım.
İlginizi Çekebilir: Dijital İçerik Üreticisi Ceyda Kasabalı Röportajı
Yükselen burç, doğduğumuz anda doğu ufkunda yükselen burçtur. Başkaları tarafından nasıl göründüğünüzü, biriyle tanıştığınızda uyandırdığınız…
Salvador Dali – Belleğin Azmi Tablo İncelemesi Merhaba sevgili KalemlİK okurları. Bugün kaleme aldığımız konu…
Buz pateni, zarafeti ve ustalığı bir araya getiren, aynı zamanda çok büyük bir disiplin ve…
Dünyanın en çok takip edilen ve sevilen spor dallarından birisi olan futbolda kimine göre en…
Yazın sıcak günlerini geride bırakıp, sonbaharın serin havasını hissetmeye başladığımız bu eylül ayında, dolu dolu…
‘’Ra’nın Gözü’’ Antik Mısır mitolojisinin en önemli sembollerinden biri olarak bilinir. Bu sembol, geçmişten günümüze…