Şarkıcı Kalben ile şarkıcılık serüveninden yeni projelerine birçok farklı konu hakkında keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Keyifli okumalar!
Merhaba, tatlı sorularınıza teşekkür ederim. Çocukluğumdan beri yazıyorum. Enstrüman çalıyor ve şarkı üretiyorum. Son yedi senedir de müzisyen olma yolunda yürüyorum. Ekmeğimi böyle kazanıyor ve paylaşıyorum. Üretkenlik, bana bu ülkede çölde çiçek açmak gibi geliyor. Zor hatta imkânsız koşullarda müzik icra etmeyi bir var olma biçimi olarak kabul ediyorum. İlk albümümü kaydederken telifinden kostümüne, miks sürecinden mastering’ine hiçbir şey bilmiyordum. Karanlıkta yürüyen bir çocuktum, böyle diyebilirim rahatlıkla. Emeğime değer vermeyi, sahip çıkmayı; kendi yaptıklarımı başkası yapmış gibi göstermeden gururla sahiplenmeyi, başarıyı ataerkil sistemin dayattığı gibi değil de kendi dilediğim gibi tanımlamayı seneler içinde öğrendim. Bedenimle özgürce hareket etmeyi de… Sahnede dans etmeyi, istediğim şakayı yapmayı, canımı sıkan ve kalbime yara açan memleket ve dünya meselelerini ifade etmeyi de seneler içinde öğrendim.
İçimde bir sürü ses var. Bugüne dek tanıştığım, okuduğum, dinlediğim, aile olduğum insanların sesleri… Doğa sesleri… Evren sesleri… Bu sesleri sayfalara dökmeye çok erken yaşta başladım. Yazmak bana iyi geliyor. Bazen çok zor, sıkıntılı ve ağrılı olsa da en yakın dostlarımdan biri edebiyat. Ne şanslıyım. Bana kitaplar, kalemler ve defterler alan bir ailem oldu. İlk romanım Eski Dünyanın Yangını’nı 2009’dan beri yazıyorum. Adından 2018’de emin oldum. Çatıyı kurmam iki senemi aldı. Roman kendini sürekli yazıp duruyordu. Karakterlerle bağlarım güçlendikçe onlardan ayrılmak istemediğimden hikayelerini geliştiriyordum. Roman bitmedikçe bitmiyordu. Çocukluk arkadaşları olan iki ana karakterimin sonunda nereye varacaklarını bilmiyordum. Zaten ikisi de beni şaşırttılar, sağ olsunlar. Doğduğum ve büyüdüğüm yerin gerçeklerine, çocukluktan genç kızlığa ve sonra kadınlığa giden yolda bütünlüklü bir insan olarak yaşamanın anlamlarına, değerlerine ve hatıralarına kelimeler döküyorum romanda. Kadınlardan bahsediyorum. Kadınlar konuşuyor ve anlatıyorlar. Erkek egemen tarihin kurumları altında ezilen, tecavüze uğrayan, öldürülen ve hatıraları saklanmayan kadınların üretimlerine, zihinlerine, mantıklarına, yeteneklerine ve davranışlarına bakmaktan keyif aldığım için romanı bu keyfin üzerine ördüm.
Annem görmüştür diye umut ettim. Sevdiğim dostlarla paylaştık, kutladık. Müziğimi göklerine çıkaran candan insanları da mutlu ettiğimi gördüm paylaşımlarında, mesajlarında, yorumlarında. Dilan Bozyel’in çektiği fotoğrafta, kocaman rengarenk örgülerim ve pembe saçlarımla belki de ilk kez doya doya en klişe yerlerine kadar kadın olmaktan gurur duyduğumu hissettim. Baskısı, tahakkümü, yargısı, nefreti, korkusu umurumda değil. Herkesin gözlerinin içine bakabiliyorum müzik yoluyla.
Hikâye anlatıcılığı bana verilmiş bir hediye. Evren mi, Tanrı mı, genlerim mi, koşullar mı, hepsi bence. Hepimiz hepsinin birleşimiyiz, öyle inanıyorum, acı bir anlamsızlıkla bölünüyor ve bizleri yok edene dek sürecek boş bir hırsla savaşıyoruz. İnsanlığın macerasındaki umutlu duraklardan çok ilham alıyorum.
Ne tatlısınız. O enerjiyi aşkımızdan alıyoruz ekipçe. Çok aşığız müziğe ve birlikte dans ettiğimiz kitlelerin getirdiği sıcaklığa, dostluğa.
Nükhet Duru, Erol Evgin, Pinhani, Teoman ve daha nice kıymetli sanatçıyla ortaklaştığım için çok şanslı hissediyorum. Akışına bırakıyorum. Hayat hangi dostlarla buluşturacak diye heyecanla bekliyorum.
Heybeliada’da altı saatlik bir yürüyüşün orta yerinde güneşli bir çay bahçesinde Türk kahvesi içip bir serçeyi izlerken… Patara’da kum tepelerini aşıp denize koşarken… Kedilerle evde pineklerken… Konser alanında birlikte coşarken… Şarkı yazacağımı hissettiğim anda… Dostlarla yemek yiyip gevezelik ederken…
İnsanlara güvenirken ve kendimi açarken daha özenli olurdum. Yirmili yaşlarımda ben kendimi sevmenin, kendime ve hayatıma değer vermenin, korkulardan değil de merak, sevgi ve bilgiden beslenerek yaşamanın ne demek olduğunu bilmiyordum. Her şeyin aslında ne kadar tatlı olduğunu da göremiyordum. Yas tutmayı, herhangi bir acı ile baş etmeyi, duygularımı dinlemeyi, iç sesimi duymayı, yetişkin olma baskısının altında kalmadan özgürce karar almayı bilmiyordum. Hayatın akıp gittiğini, dünyanın sorumluluğunun bende olmadığını, geleceği ve geçmişi değiştiremeyeceğimi ama bugünü yakalama şansımın olduğunu bilmiyordum. Olsun, iyi ki doğduk her birimiz ve gençliğimiz olacak, oluyor, oldu.
Size bu zor koşullarda uyanıp hayata sevgiyle, şefkatle ve tatlılıkla devam ettiğiniz, hayatlarınızı güzelleştirmesi gerekirken sorumluluklarını yerine getirmeyen sözüm ona yetişkinlere, profesyonellere karşı sabırlı ve insanca davrandığınız için teşekkür ediyorum. Her birinizi sarılarak öpüyorum ve de sevdiğiniz şarkılardan, filmlerden, fotoğraflardan, tablolardan, sayılardan, renklerden, his ve düşüncelerden ilham almayı sakın bırakmayın birileri, bir şeyler sebebiyle. Bu hayat biricik ve sadece size ait. Başkaları sizi anlamak, sevmek, kabul etmek zorunda değil. Siz kendinizi anlayın, sevin ve kabul edin.
İlginizi Çekebilir: Geç Kalmışlık Hissi: Her Şey İçin Çok Mu Geç?
Yükselen burç, doğduğumuz anda doğu ufkunda yükselen burçtur. Başkaları tarafından nasıl göründüğünüzü, biriyle tanıştığınızda uyandırdığınız…
Salvador Dali – Belleğin Azmi Tablo İncelemesi Merhaba sevgili KalemlİK okurları. Bugün kaleme aldığımız konu…
Buz pateni, zarafeti ve ustalığı bir araya getiren, aynı zamanda çok büyük bir disiplin ve…
Dünyanın en çok takip edilen ve sevilen spor dallarından birisi olan futbolda kimine göre en…
Yazın sıcak günlerini geride bırakıp, sonbaharın serin havasını hissetmeye başladığımız bu eylül ayında, dolu dolu…
‘’Ra’nın Gözü’’ Antik Mısır mitolojisinin en önemli sembollerinden biri olarak bilinir. Bu sembol, geçmişten günümüze…