Röportaj

Yetenekli Müzisyen Tuana Yılmaz Röportajı


Sosyal medyadan da tanıdığımız, özgün sanatçı Tuana Yılmaz ile müzik, oyunlar ve kariyer konusunda keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Merhabalar öncelikle, İstanbul Teknik Üniversitesinde Endüstriyel Tasarım okuyup Milano Politeknik Üniversitesinde de yüksek lisans yapmışsınız. Çok iyi bir eğitim hayatına sahipsiniz. Peki müzik sektörüne girmeye nasıl karar verdiniz? Gelecekte bölümünüzle alakalı işler yapmayı düşünüyor musunuz?

Ben müzikle 8 yaşımdan beri ilgileniyorum. Yani 8 yaşımda Devlet Opera ve Çocuk Korosuna, ortaokulda Hacettepe Konservatuarı’na gitmiştim ve üniversite hayatım boyunca da eğitimler aldım, paramı müzikten kazandım. Yani hep hayatımda müzik vardı. Sadece babam sanatçıların Türkiye’de zorluk çektiğini, ilk önce okumam gerektiğini söyledi. Eğer çok iyi bir okul kazanamazsan zaten konservatuvara git demesiyle kendimi Politeknik’te buldum ama müzik hiç hayatımdan çıkmadı. Yani hep çocukken korolardaydım. Sonra acapella grubu kurduk Boğaziçi Caz Korosundayken. Minik bir grubum vardı, indie pop yaptım, cover yapıp sahne aldım. Sanatçılara, albümlerine vokal yapıyordum. Hep böyle gelirimi biraz müzikten kazanıyordum. Ama benim ana mesleğim tasarımdı, çok severek yaptığım bir işti. Onun da açıkçası bir yere kaybolacağını düşünmüyorum çünkü bence müzikle çok ayrı lansmanlar değiller. Örneğin kapak fotoğrafımı yaparken modu ben belirliyorum ya da bazı kapakların tasarımını ben yapıyorum. Yani ana rotasyonum müzik üzerine, o yüzden aslında müziğe devam ettiğim bir şekilde tasarımı da buna dâhil edeceğim noktalar olacak ama tamamıyla endüstriyel tasarımıyla uğraşmayı düşünmüyorum.

Eğitim hayatınızdan ve başarısından bahsetmişken eğitim hayatınızda nasıl bir yol izlediğinizi sorsak, bu süreçte prensipleriniz neler oldu?

Klişe biliyorum ama gerçekten ilk prensibim okulun öncelik olmasıydı. Ben sosyalleşen, müzikle uğraşan biriydim. Üniversite hayatım boyunca hep başka uğraşlarla ilgileniyordum. Farklı şeylerle ilgilenmek hoşuma gidiyordu. Tek olayım eve geç dönmüş de olsam yapmam gerekenleri, ödevleri yapmadan uyuyamıyordum. Öyle bir önceliğim vardı. Okul benim önceliğimdi ve bütün yaptığım işlerde de bu biliniyordu. O yüzden okulu öncelik yapmak ve kesinlikle derse gitmek benim için iki önemli şeydi. Onun dışında çok ekstra bir şey yapmadım. Çünkü ben bir yandan da çalışıyordum. Çalıştığım insanlara da bunlardan haberdar edip hemen hemen her derse giderdim, gitmediğim derslerin notlarını alırdım. Onun dışında aşırı disiplinli ve her gün ders çalışan biri hiç olamadım. İlgimi çeken ya da yapmak istediğimi düşündüğüm bir şey olursa günlerimi harcıyordum, bazen de bir saatte yaptığım ödevler oluyordu.

O zaman biraz da müzik konusuna gelelim. Müziğe ilk adımınızı nasıl attınız, üniversitedeyken arkadaşlarınızla kurduğunuz “Patron Çıldırdı” adlı acapella müzik grubunuz ilk büyük atılımınız mıydı?

Galiba Boğaziçi Caz Korosu benim için asıl büyük atılımdı. Boğaziçi Korosu; yarışmalara katılan, uluslararası işler yapan, bir yandan da kendi bünyesinde bir sürü müzisyen barındıran bir yerdi. Zaten Patron Çıldırdı grubumuz, bir kısmını oradan tanıdığımız insanlarla oluştu. Aslında orada müziğin ve acapella müziğin nereye gelebileceğine dair bir vizyon yüklendi bana. Tabii ki koro müziğinin ne olduğunu biliyordum ama bunun böyle popüler bir müzikle harmanlanabileceğiyle alakalı çok bir bilgim yoktu. Bir de bana sosyal medyada kendimi tanıtmak konusunda yardımcı oldu. Çünkü Boğaziçi Caz Korosu bir koroya göre sosyal medyada çok aktifti ve çok iyi kullanıyordu sosyal medyayı. Orada benim için çok kapı açıldı ve zincirleme devam etti.  

İlk parçanız olan “Ne Olur Kal” adlı şarkınızı çıkardığınızda neler hissettiniz, o süreç nasıldı?

“Ne Olur Kal” gerçekten kalbimin minnoşu çünkü çok duygusaldı. (gülüyor.) Ben aslında hep profesyonel olarak devam ettiğim için, babamın da dedikleri beni yüksek lisansa kadar götürdü. Yani ben İtalya’da tasarım yapan, bir yandan oyunlar oynayan, bir yandan Politeknik’in müzik kulübünde sahne alan biriydim. “Ne Olur Kal” böyle altın bileziğin olsun derler ya, benim altın bileziğimdi ve devam edebilirim, biraz deneyebilirim bunu diyerek yazmayı denediğim ilk şarkıydı. Müziğimi ve sözümü kendim yazıyorum. Aslında müzisyen olmakla şarkı yazmak biraz farklı şeyler gibi geliyordu bana. O da beni biraz korkutuyordu. “Ne Olur Kal” benim üzerimden o korkuyu atan bir şarkı oldu. O yüzden çok anlamlı ve duygusal benim için. Hatta kendime bir dövme tasarladım “Ne Olur Kal” ile ilgili ve onu yaptıracağım. Yani kendime inanmamı sağlayan, öz güvenimi getiren şarkı oldu diyebilirim. 

Yakın zamanda çıkardığınız “El Ele” adlı single parçanızın klibi dikkatimi çok çekti. Klibinizde anlatmak istediğiniz bir şey, vermek istediğiniz bir mesaj var mıydı? Dinleyenlerinizden bu mesajla ilgili bir dönüt aldınız mı? 

Ne mesaj verilirse verilsin başka şekilde anlaşılması çok hoşuma gidiyor, anlaşılmamasını seviyorum. Yani şöyle, ailesiyle arasındaki problemle alakalı bir anlam çıkarmış mesela onu yazmıştı bir dinleyenim. Onları okumak çok hoşuma gidiyor çünkü bence iyi bir müzik bir hisse referans verir ve herkes kendinde bir anlam bulur. Bu bence daha evrensel yapıyor yaptığın işi, ben o yüzden spesifik olarak bir noktaya parmak basmak gibi değil de daha çok bir his üzerinden yazmaya başlıyorum. Sonra tabi ki başka tecrübelerle birleşerek bir yere gidiyor. Benim nispeten ne düşünerek yazdığımı soruyorsanız eğer El Ele, çok kuralları olan bir düzenin içinde her anlamda -sosyokültürel olabilir, ekonomik olabilir- var olmaya çalışan birinin aslında bu yolu tamamen duygularıyla yürüdüğüne dair bir iş. Zaten sözlerin girişinde “Süslü tahtlara sığmaz içim.” diye başlıyor. Yani ister istemez bu düzenin içindeyim, buraya aidim ama hislerim var ve bunları önemsiyorum, duygularıma göre hareket ediyorum ve hep benden heveslenen şeyi vermiyorum. Ya da güç delisi olmuyorum gibi. Yani güçlü kalmaya çalışan ama karşıdaki kişiye de biraz yenilen biri. Bir yandan da “Keşke baktığın gökten insek el ele.” diyorum. “Ayrıyız ama yine de bir arada olsak.” gibi bir anlamı olan bir şarkı. Kendi içinde böyle minik derinlikleri var ve herkes farklı algıladığı için onları da özellikle söylemek, bozmak pek istemiyorum.

Bugüne kadar sizi birçok farklı yerde gördük aslında. Yarışmacı olarak, oyun fuarında sunucu olarak, yayıncı olarak ve şimdi de müzisyen olarak. Sanırım hayatta her şeyi deneyimleyerek öğrenenlerdensiniz. Peki bu deneyimlerinizi sizi nasıl etkiledi?

Ben tam olarak hakikaten her şeyi deneyimleyerek öğrenen kişiyim. Hayatım teorik bilgi öğrenmek ve bunları kullanmakla geçti. Hani ister istemez bilginin bizde çok teorik ve soyut kaldığı noktalar oluyor. Bence bir bu kadar da görünmeyeni var. Eğitim hayatım boyunca endüstriyel tasarım okudum, projeler yaptım, araba tasarımıyla ilgilendim, seramik atölyesinde çalıştım, konsept tasarımı yaptım. Yani birçok alanda işler yaptım. Çünkü ne istediğimden emin olmak istiyordum. Ben biraz kararsız biriyim. Ne istediğimi tam olarak durumun içinde bulunmadan ya da kendimi o duruma sokmadan anlayamıyorum. Bunun bence bana katkısı, yeni şeyler deneyecek güveni kendimde buluyorum ve bundan nasıl geri dönüşler alacağımı artık az çok kestirebiliyorum. Bir de bende performans anksiyetesi vardı çok küçüklükten beri sahne aldığım için. O anksiyeteyi atlatmama baya yardımcı oldu. Sadece şöyle bir dezavantajı oluyor, bence insan değişikliğe alışıyor ve bir şeyde istikrarlı olmayı çok zorlaştırıyor.

Biliyoruz ki insanoğlu yaşadığı psikolojik ya da fiziksel zorluklardan dolayı zaman zaman yolundan, hayallerinden sapabiliyor. Peki siz böyle zamanlarda neler yapıyorsunuz, bu durumlarla nasıl baş ediyorsunuz?

Çok güzel soruymuş. Bu gibi durumlarda kendi içinde bulunduğum durumun çaresizliğini hızlı bir şekilde çözüme dönüştürmeye çalışıyorum. Arayı bulduğum bir çözüm. Yani benim istediğim şey ilerde B noktasında olsun ve ben de A noktasında olayım. Arada bir yerde bir C noktası belirlemeye ve kısa mesafede bir çözüm bulmaya çalışıyorum. Çünkü bazen hayallerimiz, hedeflerimiz çok uzak gelebiliyor bize ve bu sorunların içinde her şeyin mükemmel olmasını isterken bulabiliyoruz kendimizi. Bence bir şeyin mükemmel olmasını beklemek ve her şeyin planladığımız gibi olmasını istemek çok bencilce. Yani dünyaya katabileceğimiz çok şey varken… “Bu olmadı ama ben şunu yapabilirim, en azından yapabileceğim bu var.” diye düşünüyorum. Elimdeki bir sürü planla yerimde durmak çok depresif hissettiriyor beni. O kuyuya, derinliğe düşmemek için biraz daha yüzeysel ve kısa mesafeli çözümler yaratıp yavaş yavaş B noktasına gitmeye çalışmak gibi bir çözümüm var. 

Keşke bu şarkıyı ben yazıp seslendirseydim dediğiniz bir şarkı var mı?

Bu soru çok zor ya. Kendrick Lamar’ın herhangi bir şarkısı. Bazı şarkıların hisleri çok yakalıyor, bazı şarkılar yaratıcı oluyor ve müzikal olarak o şarkıya acayip sahip olmak istiyorum. Yani mesela Rihanna’nın “Love on the Brain” şarkısı çok basit bir şarkı ama inanılmaz hisli bir şarkı. Hadi onu diyeyim!

Oyun oynamayı çok sevdiğinizi biliyoruz peki en sevdiğiniz oyun ve karakteriniz hangisi?

Favori bir karakterim yok çünkü çok oyun oynuyorum. Ama mesela “Senua’s Sacrifice” diye bir RPC oyun var. Oradaki karakterden çok etkilenmiştim ama en sevdiğim karakter olarak söyleyebileceğim bir karakter yok. 

Son olarak çoğunluğunu üniversitelilerin oluşturduğu KalemlİK okurlarına neler söylemek istersiniz?

Her şeyinizle çok tatlısınız. Bu arada Yıldız Teknik Üniversitesi İşletme Kulübü’yle daha önce üniversitedeyken çalışma fırsatı bulmuştum. Herkes acayip tatlıydı. Şimdi de öyle gördüğüm kadarıyla. Böyle insanlara ulaşıp böyle işler yapmanız çok güzel ve bunları işbirlikçi şekilde yapmayı çok iyi beceriyorsunuz. O yüzden çok hoşuma gidiyor. Umarım herkes mutlu olduğu seviyede, darlanmadan, keyifli bir eğitim hayatı geçirir. Önümüzde bahar dönemi var, ikinci döneminiz çok iyi geçer umarım. 

İlginizi çekebilir: Bir İnsanlık Ruleti: 12 Öfkeli Adam

Röportaj
Sevilen İçerik Üreticisi Sebile Ölmez Röportajı
Röportaj
Ağırsağlam Kurucusu Furkan Kaya Röportajı
Röportaj
Ekranların Sevilen Yüzü Asiye Dinçsoy Röportajı
Henüz bir yorum yok.